George Orwell’den Neden Bıktım? - Ben Judah
Karmaşıklıkla dürüstçe mücadele eden ağırbaşlı insanlara ihtiyacımız olan çağda Orwell berbat bir rol modeldir.
Neden hep Orwell saatidir? Neden iktidarlara karşı en ufak memnuniyetsizler hemen Orwellci (Orwellian)* oluyor? Neden bütün bayağı propagandalar açıkça 1984’de hayat buluyor? Neden her şey Orwell ödülü** kadar ezici bir biçimde öngörülebilir, yeni Churchill ve Orwell*** biyografi kitabı kadar mükemmel bir biçimde tahmin edilebilir? Ve şimdi de neden yeni yaşam boyu bronz Orwell heykeli**** BBC binasının önünde?
Orwell’in
düzyazısı sade, duru ve akıcıdır. Fakat İngiliz yazarsal kusursuzluğunda, nihai
olarak kutsallaştırılması gerçeğinden başka özel bir şey de yoktur.
Bu
durum bana hâlâ çok şaşırtıcı gelmekte. Çünkü eserlerinde çok fazla yanlış
bulunmakta. Paris ve Londra’da Beş Parasız (Down And Out In Paris and London)
kitabında Yahudileri berbat olarak karikatürleştirerek
ezilenleri gerçekten savunuyor muydu 1933’de? Wigan İskelesi Yolu’ndaki (The
Road To Wigan Pier) sınıflandırmaları (vejeteryanlar gibi ötekileşmişlere karşı)
tutarlı mıydı? Bir Fili Vurmak (Shooting an Elephant) kitabında; bir Avrupalıyı
zorlayan, bağırarak konuşan histerik sarı ırk, 1936’daki sömürgecilik için
yerinde bir metafor muydu gerçekten? 1984’deki incecik çekici Julia, gerçekten
bir karakter miydi?
Daha
tuhaf olan da George Orwell’in kehanet uzmanı olduğu fikridir. Ve bu yalnızca
birkaç yanlış adlandırma sorunu değildir. Orwell tümden ateşli bir sosyalist
kehanet bağımlısıydı. Gerçek adı Eric Blair olarak bilinen bir beyefendi 1937’de
kategorik olarak “üst-orta sınıfın açıkça bittiğini” söyledi. Sadece 1941’de;
İngiliz İmparatorluğunun “sosyalist devletler federasyonuna” dönüştürüleceğini,
Londra Borsasının yakında “yerle bir olacağını”, Britanya’daki kır evlerinin
sosyalist “çocuk kamplarını” dönüştürüleceğini, Eton ve Harrow okullarının savaş
sonrası hemen kapatmayla karşı karşıya kalacağını öngördü. Kendi zamanı için
bile çocukça iddialardı bunlar. Geleceği
bildirmeye olan bu bağımlılık, en çok alıntılanan ve sıklıkla taklit
edilen 1941’de yazdığı “İngiltere, Senin İngilteren (England, Your England)” makalesinin
bile gerçekçi şeylerden ziyade İngiliz sosyalist totaliterlerin kendi paralel
evreninden gelen garip bir vaaz gibi okunmasının nedenidir.
Fakat
1984’ün kanonlaşması politik tartışmalarımız için net bir olumsuzluk olmasaydı
Orwell’in aptalca öngörülerinin hiçbiri gerçekten rahatsız edici olmazdı. Romanın
sahici bir Stalinizm çağrışımı yapmadığı anlamına gelmez bu. Yapar. İngilizcenin evrensel
olarak okunan tek distopyası olarak kalması bugün demokrasiyi gerçekten tehdit
eden şeyin farkındalığına ket vurmaktadır. Orwell, gözetim ve “yeni
söylem (newspeak)” kelimelerinin anlamını yitirmesinden endişelendiği için 1984’ün
anlamını yitirdiğini kolayca söylemek bana çok dikkat çekici geliyor. Orwell’in
güncel uyarıları –homojenleştirme, enformasyonun yıkımı, servetsiz bir dünya,
devletin tek sınırsız gücü- şimdilerde
çok uzaklarda. Bilakis demokrasiye yönelen tehditler “Orwellciliğin” tam
tersidir.
Her
şeyi sürekli Orwell’e bağlama sorunudur bu. Orwell, sosyal parçalanma (social
fragmentation), finanslaşma, etnik bölünme, mesuliyetsiz şirketler
(unaccountable corporation), deniz aşırı hırsızlar (offshore kleptocrat) veya
yankı odaları (echo chamber) hakkında hiçbir şey söylememektedir, sadece
birkaçından bahsetmiştir. Oysa onun politik şuuru, serbest, sınırsız, engelsiz
devlet gücünün totaliter yel değirmeninin sonsuza kadar peşinden gider, tıpkı
Don Kişot gibi. Gözleri önünde; kurumsal algoritmalara ayak uydurmaya çalışan, vaatlerini
yerine getiremeyen veya süper zenginleri vergilendiremeyen anemik bir devlet
halini gerçekte yok saymaktadırlar.
Ekonomiye
gelindiğinde de Orwell ileri görüşlü değildi. 1984 romanındaki Yüzen Kaleleri’ni
(Floating Fortress) hatırlayın! Nüfusun artı değer üretimini yiyip bitirmek
için tasarlanmıştı tamamen. Tüketim toplumunu tasarlamak şöyle dursun;
kapitalizmin dinamiklerini anlamlı bir biçimde yansıtamaması (ahlâki kınamanın
ötesinde), savaş sonrası dönemin buzulda donmuş büyüleyici bir yünlü mamut
gibidir. Avrupalı entelektüellere
savaşın hemen ardından sildikleri pazar ekonomisini ve 1950’lerdeki
yaşam standartlarında tüketiciliğin sıçrayışı karşısında yaşadıkları şoku
hatırlatır.
Orwell
kültünün çoğu insana sadece rahatsızlık vermesine karşın tek şey sinirlendirir
haklı olarak: Eric Blair’in İngiliz ahlâkının bir örneği olması fikri. 1984’ün
yazarı, yetkili makamlara kamuya mâl olmuş kişileri ve tanınmış yazarları
Komünizm sempatizanı olarak suçlayan bir ölüm döşeği listesi yazmamıştı sadece. Yaşamının son on yılı boyunca içinde 135 isim
bulunan paranoyak bir defter tutmuştu titizlikle. “Kriptolar”, “sempatizanlar (F.T.s)”*****, Stalinist sempatizan, şüpheli ajan veya
Birleşik Krallık Komünist Partisi’nin açık üyesi gibi çeşitli yaftalamalarda
bulunmuştu. Orwell’in listesinde İşçi Partisi’nin gelecekteki lideri Michael
Foot, radyo ve televizyon yayıncısı ve yazar J.B. Priestly ve tarihçi E.H. Carr
gibi önemli kişiler vardı. Listesindeki iddialarının bazısı doğruysa da çoğunluğu
saçmalıktı.
Orwell’in
defterindeki; 1940 Londra’sının tanınmış eşcinsel (gay), Yahudi ve sömürgecilik
karşıtı kamuya mâl olmuş kişiler ile “kripto” olarak suçladıkları arasındaki
dikkate değer ve belirgin bir örtüşme vardır. Yahudiler açıkça yaftalandı (“Polonyalı
Yahudi”, “İngiliz Yahudi”, “Yahudi Kadın”) bazıları da yanlış yaftalandı
(“Charlie Chaplin-Yahudi?). Afro-Amerikan bas şarkıcı ve gelecekteki sivil
haklar aktivisti Paul Robeson kendini Orwell’in listesinde “aşırı beyaz
karşıtı” notu ile buldu. Yarı Yahudi şair Stephen Spender de “duygusal
sempatizan … eşcinselliğe yönelimli” olarak lanetlendi. McCharty’den çok kısa
bir süre önce Orwell İngiliz McCarthycilik’ini****** yaptı.
1950’deki ölümü, Orwell’in ününü kendi paranoyasından kurtardı.
Yine
de onu savunan pek çok kişi -bu gerçeklerle (nadiren) yüzleştiğinde- sanki Orwell,
T.S. Eliot’muş gibi mesajları ile romanlarını ayırma çağrısında bulunmakta. Ancak
arada küçük bir fark var. Aşırı Yahudi karşıtı (antisemitik) T.S. Eliot’un
Çorak Ülke (The Waste Land) şiiri için selamlandığı şekilde selamlanmaz Orwell.
Eserleri; politik bakışından ve önyargılarından ayrı tutulmadan kanonize
edilir. Bugün İngiltere’de her şeyden önce ahlâki bir dev olarak ün sahibidir.
Bununla
birlikte, gazeteci Malcolm Muggeridge gibi arkadaşlarınca “kalpten son derece Yahudi
karşıtı (antisemitik)” olarak bilenen birini bulmak için çok uzağa bakmak
zorunda değilsiniz. Bir neden olmaksızın çağdaşlarının Yahudiliklerine vurgu
yapan ve sorgulanmalarına yol açan ve Observer’da birlikte çalıştığı Yahudilerin
baskınlığına dikkat çeken birisi olarak hatırlarlar. Orwell, Yahudilerin
medyayı kontrol ettiğine dair suçlamalarıyla dolu günlüğünün yanı sıra Blitz******* sırasında Londra metrosunda saklananlar
arasında Yahudilerin ağırlıkta olduğu söylentileri çıkarıldığında asılsız
suçlamaları doğrulamakta (“Teyit etmeli”) acele ettiğini ancak daha sonra
Yahudilerin özellikle dikkat çekmek istedikleri gerçeğinin üzerinde durduğunu
söylemektedirler.
Orwell’in
kitapları da çokça Yahudi karşıtlığı (antisemitizm) ile lekelenmiştir. 1933’de
Paris ve Londra’da Beş Parasız (Down And Out In Paris and London) romanındaki (5. Bölgedeki Parisli bir halayı düzenli olarak
ziyaret edeceği) izlenimler ve imgeler, sürekli
vahşi Yahudi karikatürleri içeriyordu. Örneğin; “Yahudi burnunu yamyassı etmek bir
zevk olurdu,” demektedir. Orwell’de Romenlerin, bulaşıkçıların ve serserilerin
isimleri ve kimlikleri var iken Yahudiler sadece Yahudilerdi. Romanda geçen; “kızıl
saçlı Yahudi, son derece huysuz bir adam” cümlesi yahut Yahudi’ye Paris’te veya
Londra’ya döndüğünde yumruk atmayı hayal etmesi veya “suçlu biçimde tabağına
başını gömmüş domuz eti pastırmasını aç kurt gibi yiyen bir Yahudi” demesi
gibi. George Orwell’in eserlerinde söylemekten çekindiği duygular değildir
bunlar. Yahudi karşıtlığının (antisemitizm) ideoloji olarak mantıksızlığına
dair 1945’teki düşüncelerini şunu soracak raddeye vardırır: “Yahudi karşıtlığı
(antisemitizm) niçin bana neden hitap ediyor?”
Bugün
BBC binasının önünde bronz ahlâki otorite olarak, Orwell’in ününü sorgulamaya
gelindiğinde bu düşüncelerde zamanın damgası önemlidir. Bu sorgulama Shakespeare’in
Shylock’unun Yahudi karşıtı (antisemitik) bir karikatür olup olmadığı hakkında
yapılan yargılamalardan oldukça farklıdır. Çünkü Venedik Taciri (The Merchant
of Venice) yazıldığı zaman Yahudilik Elizabeth dönemi yazarları için çevresel
bir sorundu. Oysa Orwell’in eseri ilk olarak Hitler iktidara geldiği yıl
yayımlandı.
Şüphesiz
halka duyurulan bu gerçekler Orwell mitini yıkmalıydı veya en azından Winston
Churchill’in sömürgecilik geçmişinin ona yaptığı gibi tartışmasız ahlâki
ihtişamını yüce Olimpos Dağı’ndan incelemeliydi. Ama hayır. Ve inanıyorum ki bu
Orwell’in popülaritesinin sırrı hayatındaki gerçeklerden veya gazeteciliğinden
(haber yapma dediğimiz şeyle neredeyse hiç uğraşmamasına karşın) ve kesinlikle
kehanetlerinden kaynaklanmaz. Orwell’in cazibesinin sırrı retoriğinde yatar:
Her şey basittir, her şey doğru ya da yanlıştır ve her şey -sadece onu
dinlediyseniz- sonunda çözüme kavuşabilir. George Orwell’in gerçekte politik
bir düşünür gibi değil de pazar sabahı köy papazı gibi dinler gibi okunmasında
başka bir şey değildir: Son derece İngiliz, sessizce demagoji ve adaletin yerini
bulmasına olan susamışlık.
Orwell’i
daha az okumak Britanya ve Amerika’ya daha fazla yarar sağlayacaktır. Günümüz
ile 1930’ları karşılaştırmaktan vazgeçmek gerekliliğinin nedenleriyle aynı
değil bu kuşkusuz. Çünkü bugün her iki tarafta daha az ahlâki tarafgir politik
yazarlara ve karmaşıklıkla dürüstçe mücadele eden daha fazla ağırbaşlı
insanlara ihtiyacımız var.
* Orwellci (Orwellian); İnsanların hayatını her alanda gözetleyen ve kontrol eden sistem
** Orwell ödülü; Londra Üniversite Akademisinin politik yazın
alanında verdiği ödüldür.
*** Churchill ve Orwell : The Fight for Freedom; Thomas E. Ricks
tarafından İngiltere Başbakanı Winston Churchill ve yazar George Orwell
hakkında yazılı biyografi bir kitaptır.
**** George Orwell heykeli; heykeltraş Martin Jennings’in yaptığı ve
2017 yılında açılan BBC Broadcasting House binasının önündedir.
***** F.T.; Fellow travel kelimesinin kısaltması
****** McCartycilik; Amerika Birleşik Devletleri Senatörü Joseph
McCarthy’nin 1950’lerde komünist olan veya olduğundan şüphelenilen kişilere
yönelik sürdürdüğü cadı avı politikası
******* The Blitz (Yıldırım)- 7 Eyül 1940 ve 16 Mayıs 1941
tarihlerinde Nazilerin Londra, Liverpool
gibi Birleşik Krallık şehirlerini aralıksız bombaladığı döneme verilen ad
* Metin, The American Interest internet sitesinin 20 Kasım 2017 tarihli yayınından alınarak çevrildi.
Özgün metni okumak için :
https://www.the-american-interest.com/2017/11/20/ive-enough-george-orwell/
Yorumlar
Yorum Gönder