“Oryantalizm” : Öncesi ve Sonrası - Adam Shatz
Adam Shatz
New York Üniversitesi’nde
misafir profesör. The New York Review of Books, The New Yorker’a katkıda
bulunan yazar
Edward Said’in Oryantalizm’i (Şarkiyatçılık) savaş sonrası
dönemin entelektüel tarihinin en etkileyici çalışmalarından biridir. Fakat aynı
zamanda en çok yanlış anlaşılanlarından biridir de. Bu kadar çok yanlış
anlaşılma Orta Doğu hakkında olmasındandır belki de; buna mukabil William
Blake’in “zihinsel esaret” (mind-forg’d manacles) tanımından hareketle Said, batının Arap-İslam dünyası temsil çalışmalarını
“zihinsel esaret” olarak nitelendirir. Kitaptaki Louis Massignon, Jacques
Berque ve Clifford Geertz’e övgüleri görmezden gelerek muhafazakar eleştiriler
batı biliminin yerel ithamı olarak değerlendirdiler. Bu arada bazı İslami
kesimler de, Said’in seküler politikalara bağlılığını göz ardı ederek
yaptıkları yanlış değerlendirmelere dayanarak kitabı övdüler.
1978’deki ilk yayımından sonra Oryantalizm, artık ırkçı,
cinsiyetçi, homofobik veya transfobik olarak suçlanmaktan ziyade “Oryantalist”
olarak suçlanmak istenmeyen liberal kampüslerde konuşmayı bitiren kelimelerden
biri oldu. Şu anda “Oryantalist” yaygın olarak Said’in itibarına saygıdır ancak
aynı zamanda kavramın basitleştirilmesidir de. Oryantalizmle birlikte
Said, çok acı bir şekilde farkında
olduğu bölgenin problemleriyle doğru ve yerinde hesaplaşmayı engellemeden Batı
tarafından hayal edilen Arap-İslam dünyasına dair tartışma açmak istedi. Zamanının
baskılarını ve endişelerini değiştiren tarihi niteliğini kaderinde taşıyan -kendisi tarihi belge haline gelen bütün bu
gibi eserler gibi- eser yazdığının son derece farkındaydı. Oryantalizm; İsrail
ve Mısır arasındaki Camp David Sözleşmesi ile Lübnan İç Savaşı sırasında, İran
İslam Devriminden hemen önce, Ariel Sharon’un Lübnan’ı işgali ile Sabra ve
Şatilla Filistin mülteci kampındaki katliamlardan dört yıl önce yayımlandı. Filistin
Ulusal Konsey üyesi ve aynı zamanda Foucault’un tutkulu okuyucusu olan Said
kitabının bizimkinden çok farklı bir tarih, bugünün tarihi olsun –artık geçmiş
olan bugün- istedi.
Oryantalizm, muazzam çeşitlilikteki edebiyat ve bilimsel
metinlerin okumasına dayanan entelektüel tarihin bir eseridir. Fakat özünde
kitabın savı ifadelerden damıtılabilir. Said’in sözleriyle, Oryantalizm “ ‘Doğu’
ve (çoğu zaman) ‘Batı’ arasındaki ontolojik ve epistemolojik ayrıma dayanan
düşünme biçimi”dir. Batı’nın Öteki tarifinin sadece kurgu olduğunu söylemedi.
Eğer öyle yapsalardı, yapı sökümüne uğratmak ve yerinden çıkarmak daha kolay
olurdu. Tam tersine, -klasik Oryantalizm pozitif bilim ve bilginin unsurlarını
kullanıyordu- eser zaman zaman kendini kaptırsa bile- sıklıkla nesnesine
hayrandı. Oryantalizm ile ilgili sorun, genel
hatlarıyla bazı ampirik anlamdaki yanlışları değildi bilakis Said’in
Foucault’dan borç aldığı “iktidar-bilgi” söylemsel sisteminin parçasıydı. Çoğu
zaman örtük bazen de aşikar temsiller sistemi olarak Oryantalizmin
amacı, Batı’nın kendisinin istikrarını
ve egemenliğini güvenceye almak için Öteki’ni üretmekti.
Said’in betimlemesiyle Oryantalizm, güçsüzler hakkında güçlü bir
söylem aynı zamanda narsizmin ifadesi olan “iktidar-bilgi” ifadesidir. Günümüzdeki
bulgulara bakıldığında sendrom çok fazla. Filistinlilerle ilgili popüler
endişeleri küçümseyen ve Arapları sadece 2011’de, Arap isyanları sırasında uyanan
uysal kitle olarak tanımlayan ve sonra eski haline dönmesinden hoşnutsuz,
yalnızca iyi bir öğretmen olmayı isteyen cömert Batının Arap kentlerindeki
yabancı büyükelçisidir Oryantalizm.
O, Müslüman kökenli Avrupalı vatandaşların kendini niçin
yabancılaşmış hissettiğini açıklama zahmetine girmeden Avrupa’daki İslami terörizmini hınç psikolojisine indirgeyen Avrupalı uzmandır. Batı eserlerinin Arap
eleştirmenine salt bilimsel verilere dayanan sunuma itiraz etmek amacıyla ona
duygusal olduğunu söylemedir. Ve sonunda inatçı Doğulu (Oryantal) tarafından
yanlış anlaşılmasında küplere binmektir.
O nedenle Batı’nın politik bilinç dışılığının parçası olarak
Oryantalizm hâlâ bizimle birlikte. Çeşitli biçimlerde ifade edilebilir: Bazen aşikar bir önyargı, bazen müziğin parçasındaki ton
rengi gibi hemen göze çarpmayan sesin yükselip alçalması, bazen bastırılmışın
intikamı gibi tartışmanın heyecanına kapılan bir patlama. Fakat bugünün
Oryantalizmi, hem içindeki hassasiyet hem de üretim tarzı bakımından Said’in
kırk yıl önce tartıştığı Oryantalizm ile tamamen aynı değildir.
Oryantalizm, nihayetinde Amerika’nın “en iyi, en
parlaklarının” ülkeyi Güneydoğu Asya’nın ormanlarında inatçı bir bataklığa
sürüklediği Vietnam döneminin ürünüydü daha çok. Ivy League* eğitimli yeni nesil uzmanlar, Said’in gördüğü gibi,
özellikle Filistin sorunu konusunda Arap dünyası ile Amerika arasındaki
derinleşen anlaşmazlığı meşrulaştırıyorlardı. Oryantalizm özünde Flaubert ve
Montesquieu’dan ve Bernard Lewis ve Daniel Pipes’a kadar Arab-İslam dünyası
hakkında bilgi üretenlere, uzmanlara bir eleştiridir. Oyuncuları –ve kalitesi-
değişir buna karşın hedefleri epeyce istikrarlı kalır.
Görünüşe göre Oryantalizmin değişmeyen doğası Said’in
savlarına yönelik birçok eleştiriyi teşvik etti ve hâlâ etmekte. Said’in değişimden ziyade
sürekliliği açıklamayla daha çok ilgili olduğu apaçıktır. Çünkü ideolojik
geleneğin varlığını kanıtlamaya uğraşıyordu. Yine de, Oryantalizmin envaiçeşit
ifade tarzına sahip ve zamanına ayna tutan dinamik ve esnek temsiller sistemi
olduğunu anladı. Politik bağlama bağlı olarak kayan kaydedicililik (shift
register) yeteneği onun esnekliğinin ve canlılığının anahtarıdır.
11 Eylül 2001’den sonra Bush yönetimi, Afganistan’ı işgal
nedenleri arasında saydığı Müslüman kadınların kurtuluşunu sağlama müjdesini
verme, Arap zihni üzerinde uzman Raphael Patai’in iç görülerini Ebu Garip’de
kullanılan işkence taktiklerinde uygulamaya kadar bir çeşit Oryantalist
çılgınlıkla tepki verdi. Bernard Lewis, Atlantik’te**
“Müslüman öfkenin kökleri” üzerine malumatfuruşluk yapsın diye davet edildi.
Gazeteciler Filistinli intihar bombacıların öfkesini araştırmak için Batı
Şeria’ya gitti. Ve hiçbir konu Müslüman kadınların şiddet uygulayan, akıl dışı,
otoriter erkeklerden -klasik Oryantalist erkek hakkındaki kalıp yargı- kurtulma
gerekliliği kadar merhamet dolu bir ilgiyi uyandırmadı. Bush dönemindeki
Oryantalizmin dili her zaman alenen ırkçı değildi. Fakat sıklıkla kültür
farklılıklarındaki olağan farklılıklara dayanan ırkçılık vardı. Bazı “uzmanlar”
askeri cevabı haklılaştırma adına “demokrasi teşviki” biçiminde medeniyeti
korumayı da savundu.
Başkan Obama’nın döneminde, Oryantalizme bakış daha yumuşamış
görünüyordu. Obama ilk olarak zorlama yapma niyetinde olmadığını Arap-İslam
dünyasıyla işbirliği yapmak istediğini açıkça ifade etti. İran’a olumlu
mesajlar gönderirken İsrail’in Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki işgalini sona
erdirmenin işaretlerini verdi. 2009’daki oldukça liberal ve çok kültürlülüğü
vurgulayan meşhur Kahire mesajı bile Oryantalist prizmadan süzüldü. Obama’nın Müslüman
olmalarından ziyade kendi ülkelerinin vatandaşı olarak onlara hitap etmesini
istemeleri sadece bölgedeki birkaç dinleyici ile sınırlı değildi. Bu sadece
onların bazılarının Hristiyan veya ateist olmasından kaynaklanmadı. Çünkü din
kimliğin bir belirteciydi ve ama her zaman en uygun olanı değildi.
Bunun sıra dışı gösterimi iki yıldan daha kısa zaman sonra Tunus
ve Mısır’da gerçekleşti. Arap ayaklanması demokrasi, hukukun üstünlüğü, eşit
yurttaşlık, ekmek ve özgürlük gibi birçok taleple başladı. Fakat herhangi bir
dini talep yoktu bunların arasında.
Eğer ayaklanmalar Arap-İslam dünyasında dinin eşsiz
belirleyici güç olduğu söyleyen Oryantalizm mitini yıkmışsa bununla birlikte
bir başka Oryantalist fanteziyi teşvik etti ve göklere çıkardı: Şöyle ki;
Anglo-Amerikan liberalizmin insan toplumlarının doğal erekselliği (telos)
olması gibi Ortadoğulular sadece “biz” gibi olmak istiyorlar. Ve Ortadoğulu
“farklılık” Facebook ve Google yardımıyla eninde sonunda çözülecek bir
sapmadır.
Sonra sözüm ona Arap kışı geldi. İslam Devleti veya DAEŞ’in
yükselişi ve Selefizm’in yeniden dirilişi eski rejimlerin yenilenmesine yardım
ettikleri gibi Oryantalizmin eski sert ve değişmez farklılık prizmasının da
yenilenmesine yardım etti. Arap ve Müslüman liderler de bu bozulan lensin yeniden
bir araya getirilmesine katkıda bulundular. Başkan Sisi’nin Mısır’ı gibi
otokratik rejimler; Arap yurttaşlarının insan haklarının lanetlendiği, katı,
ataerkil otoriteye ihtiyaç duyduğu ve gerçekten tercih ettiği fikrini desteklemeye
aşikar bir ilgi gösterdi. DAEŞ’e gelince, Samuel Huntington’un, ümmeti kafirler
için çukur açtıran kaçınılmaz ve kıyamet gibi medeniyet çatışması savına El
Kaide’den daha tutkuyla bağlıydı Yapımcıların hepsi eşit güce sahip olmamasına
karşın Oryantalizm ortak bir yapım olmuştur uzun zamandır.
Bu eğilim Trump yönetiminde de devam etti ancak bir kırılma
da meydana geldi. “İktidar-bilgi” sistemi olarak Oryantalizm, her zaman sadece
Öteki’ni inşa etme hatta kötülemeye dayanmaz Öteki’ni bilme arzusuna dayanır. Napoleon
Bonaparte’ın 1798’de Mısır’a gönderdiği yurt dışı seferi kuvvetinde bir avuç
profesyonel Oryantalist olmak üzere 122 bilim insanı ve entelektüel vardı. Oryantalizmin
tarihi, Oryantal gibi davranan Batılıların masallarında zengindir sanki sadece
Öteki’nin efendisi değil Öteki olmak istiyormuş gibi. Romantik çöl teçhizatları
içindeki T.E. Lawrence’ı ya da daha uç bir örnek için yirminci yüzyılın
başlarında Cezayir’de, erkek gibi giyinmiş, İslamiyeti seçmiş ve kendini Si
Mamoud Saadi olarak yeniden keşfeden İsviçreli kaşif İsabelle Eberhardt’ı
düşünün sadece. Ve yakınlarda Homeland dizisinde Claire Danes’in oynadığı CIA
memuru Carrie Anne Mathison kurgusal karakterinin çarşının dar sokağına dalarken
kendini örttüğü çarşaftır bu dış görünüş.
Batılı kaşifler ve casusların topladığı bilgiler hemen hemen
hiç tarafsız değildi: Sömürgecilik, fetih savaşları ve “insani” müdahaleyi
yazdı. Hatta bu Oryantalizm Batının vahşi fetihlerini karşılıklı mutabakat
etkileşimleri olarak yeniden değiştirmeyi tercih etti: Tecavüz değil baştan
çıkarma. Politik konuşmalar – ki sıklıkla liberal, cumhuriyetçi ve sekülerdir-
-en azından ilkesel olarak- gönülleri ve akılları kazanmaya, Ötekinin Batı’nın
demokratik değerlerini özümsemesi üzerine kuruludur. Pierre-Jean Luizard’ın
Cumhuriyet ve İslam adlı yeni kitabında iddia ettiği gibi, Fransız
İmparatorluğunda sömürgecilik “Cumhuriyetçi seçkinlerce sömürge genişlemesi
hakkında daha fazla ihtiyatlı olan ruhban sınıfına karşı yürütülen bir
projeydi.” (Bunun, Fransız egemenliğine muhalif Arap ve Müslümanların, liberal
sekülerizme şüpheyle bakmalarının önemli nedeni olduğunu da eklemektedir.) Irak
işgalini haklı gösteren Oryantalizmin bile uzlaştırıcı yanı vardı: 11 Eylül’ün
ardından George W.Bush’un İslamofobiyi reddettiği aşikardı.
Trump yönetiminde Oryantalizmin insani yüzü hemen hemen
yok oldu. İkiyüzlülüğün yenilgisi olarak görüldüğünde iyi bir şeymiş gibi
gelebilir. Fakat başka bir şey de var, çok daha karanlık bir şey. 2008’de
dönüldüğünde, 74 gazetenin reklam eki olarak 28 milyon Amerikalıya DVD’si
gönderilen Obsession belgeseli hakkında London Review of Books dergisine yazı
yazdım. İlk olarak Fox News’de yayınlanan ve Birleşik Devletlerin önde gelen
emlakçısı ve Likud destekçisi Sheldon Adelson tarafından finanse edilen
Obsession 60 dakikalık uzun ve sıkıcı belgeseldi. Belgeselin şefinin iddiası
2008’in 1938’e benzediğiydi, sadece daha kötüsü. Çünkü dünyada Almanlardan daha
fazla Müslüman var ve coğrafi olarak daha dağınık, düşman yabancı güç olmasının
yanı sıra içimizdeki düşman: “Onlar sınırlarımızın dışında değiller, onlar
buradalar” Yazımın ruh hali sert ama şaşkındı. Çünkü apaçık korkutucu ve
marjinal görünen Obsession’u ciddiye almadım.
Geriye dönüp bakıldığında, geçmişte safmışım. Aslında Obsession,
İslam ve Müslüman nefretinin ve bir çeşit korkunun habercisiymiş. Trump ana
akım yaptı ve etkili bir biçimde politikaya çevirdi, Müslümanlara seyahat
yasağı en göze batan örneği oldu. Trump çağındaki Oryantalizm demokrasiyi
teşvik etmekle veya diğer “Batı değerleriyle”
ilgilenmedi. Çünkü artık bu değerlere ya inanılmıyor ya da yetkinin
kullanımının önünde rahatsız edici engel olarak kabul ediliyor. Bu yeni
Oryantalizm mutabakatların dilinden konuşur ve daha sıklıkla kuvvetin ve
baskının dilinden. Bu durum Arap despotları iktidarda ve Arap kökenli kızgın
genç adamları ise hapiste tutmaktadır.
Said’in analiz ettiği Oryantalizmin tersine Bernard Lewis ve
Dick Cheney’in gözde “yerli muhbiri” olan Lübnanlı bilim insanı geç dönem Foud
Ajami gibi uzmanları gerektirmez. Ajami ve Lewis hakkında ne söylenirse söylensin
onlar yazar ve entelektüeldi. Terör şüphelileri hakkındaki polis raporlarını
inceleyen ve radikalleşmenin derecesini ölçen bugünün Oryantalistlerinin
muhasebeciye benzeme olasılığı ise daha yüksek.
Tamamen yok olmasa da Oryantalizmin eski tarzı iktidardakiler
için daha az yararlıdır. Çünkü derin tarihsel ve edebi öğrenmeye dayanması,
kitap okumak için sabrı olmayan ve dürtüleriyle yöneten Amerikalı başkan için
nefret edilecek bir durumdur. İnternet ve sosyal medya bir zamanlar uzman
olarak değerlendirilenlerin otoritelerinin çoğunu elinden aldı ve sırayla erdem
ve hatta güç olarak entelektüelizm karşıtlığının gösterişini yapan uzman olmayanları
güçlendirdi. Uzmanlık eleştirisi, Said’in tasarladığı karşı-hegemonik bilgiye
kaynak sağlamak yerine cehalete, hoşgörüsüzlüğe mantıksızlığa katkıda
bulunduğundan sonucunda en iyimser ifadeyle belirsizlik ortaya çıkacaktır.
Fox News, Bat Ye’or’s “Eurabia”***
ve Steve Bannon’un**** yani bugünün Oryantalizmi
taraflı bilime dayanmaz, bilimin yokluğuna dayanır. Onun Avrupa merkezciliği
(Eurocentrism) açık bir komplo teorisidir ve Müslüman toplumlar ile diğer
boktan ülkelerin tehdidi altında olan bir Avrupa fikrini çıkarları için
kullanır. Bugünün Oryantalizmi, kitapçılar ve kütüphaneler kanalıyla yayılmadı,
Twitter, Facebook ve Karanlık Ağ’dan (Dark Web) yayıldı. Ve Trump yönetiminde İsrail’in stratejileri doğrultusunda yeniden şekillenen Amerikan
dış politikasına- bu Araplar ve Müslümanlarla ilişkilerde askeri güce artan
güven anlamına geliyor- muhafazakar Yahudiler ile Evanjelikler destek verdi.
Evanjeliklerin desteği daha fazla idi.
Trump’ın Müslüman karşıtlığı ırkçılığı Amerikalı Başkan için
eşi benzeri görülmemiştir fakat başka bir yerde hemen hem hiç eşsiz değildir.
Benzer yinelemeleri Fransa’da da bulursunuz ve -kökenleri Fransız Cezayir’ine
giden daha eski, sömürgeci söylemler, hâlâ göçmen olarak tarif
edilen ikinci ve üçüncü nesil Müslüman kökenli yurttaşlara karşı ifade edilir- ve
Fransız Cumhuriyetinin laiklik değerlerine “bütünleşme (entegrasyon)” ve “dönüşüm
(asimilasyon)” için hâlâ donanımlı olmadıkları düşünülmektedir. Ayrıca
İskandinavya’da, Macaristan’da, İtalya’da ve Almanya’da (gerçekten), ülkelerin genelinde “Avrupa’nın kalesi”
fikrinin kök saldığını duyarsınız.
Batı liberalizm
çağında Oryantalizm, Suriyeli mülteciler konusunda artan endişe, sınırlar,
terörizm ve elbette ekonomik düşüş nedeniyle derin bir krize girdi. Krizdeki
Oryantalizm, kayıtsız, kinci ve sıklıkla zalimce hayranlıktan ziyade nefret tarafından
yönlendirilen ve sınır geçişi yerine duvarların Oryantalizmidir. Bütünleşme
karşıtı (anti-entegrasyon), İslam korkusu (İslamofobik) niteliğe sahip çağdaş
Oryantalizm, lirik, romantik Oryantalizme nostalji yapmak için yeterlidir.
Mathias Enard 2015 Goncourt ödüllü romanı Compass’da Doğu ile Batı arasındaki
köprüye –biraz da özlemle- ağıt yakar.
Eğer Oryantalizm
giderek artan düşmanca –Müslüman nefret tonu- üstlenirse bunun nedeni “Batı”nın
içerisinde giderek artan “Doğu”dur. Bu medeniyetlerin çatışmasından***** ziyade örtüşen iki olgunun çarpışmasıdır.****** Kimlik ve vatandaşlık üzerindeki gerilimi
artıran Batı neoliberal kapitalizmin krizi ve mülteci krizini de besleyen
Ortadoğu devletlerinin savaşta çöküşüdür. Sonuçta kimlik politikalarının iki
biçimi – her ikisi de karikatürize Müslüman Doğu’nun Oryantalizm vizyonunu
yansıtır- birbirini besliyorlar: Bir tarafta sağcı popülizm ve diğer tarafta
cihatçı İslamcılık.
Said’in betimlediği
Oryantalizm jeopolitik bir ilişkiydi, Batı’nın imparatorluklar ve sömürgecilik
çağında gereksindiği “bilgi”ydi. Günümüz Oryantalizm’inin keskin hatları, bir
arada yaşama olasılığının yüksek olduğu özellikle Avrupa ve Birleşik Devletlerde
iç politikaların kırılgan yapısını hedeflemektedir, Çağdaş Oryantalizm
tarafından üretilen Batılı kendilik (self) özgürlüğünü ve aklını Doğu’da bu
kavramların yokluğu veya zayıflığı ile ölçen bir liberal değildir. Bunun
yerine, kapıları geçen barbarlara karşı parmağı tetikte, geri adım atmadan
duran kuşatılmış beyaz adamdır, o bir mağdurdur. Arabistanlı Lawrence ya da Quiet
American değildir, Dirty Harry’dir o. Günümüzdeki
manzara kasvetli ve göz ardı edilemez. Fakat Oryantalizm ve onun nesline karşı
dikkate değer bir direniş de vardır. Cezayir ve Sudan halkının otoriter
gerileme döneminde demokratik değerlerin kalıcı gücünü gösteren ayaklanmalarında;
Siyah Amerikalıların özgürlük mücadelesini biçimlendiren ırk adaleti ile aynı
ideallere dayanan İsrail işgaline karşı giderek artan hareketlerin ortaya
çıkışında görüyoruz. Kültürel alanda jazz ve Batı klasik müzisyenleriyle olağanüstü
eserler üreten Tunuslu ud üstadı Anouar Brahem’in müziğinde ve çalışmaların her
biri Arap melodik makamlara ve ritmik bütünlüğe dayanan ve 1948’de yıkılan köye
ithaf edilen New York’lu besteci John King’in Özgür Filistin Dörtlüsünde
duyuyoruz.
Enard’ın romanı
Compass, Oryantantalizm’in mirasını aşmak için belki de çağdaş kurgudaki en
hırslı çabadır, paradoksal olarak Oryantalizm geleneğinin kendisi dolayımıyla. Hal
böyleyken büsbütün başarılı değildir. Çünkü Oryantalizm biliminin en ileri ve
aydınlanmış biçimlerini bile gösteren hiyerarşileri ve eşitsizlikleri örtbas
etme eğilimindedir. Ve ayrıca hayati biçimde Fransa’nın Oryantalist tarihinin
merkezi kısmı görmezden gelmektedir, Cezayir’in sömürgeleşmesi, tuhaf ve
sessizliği anlatan. Enard’ın niyetlerine rağmen Compass, gerçek bir diyalektikten ziyade Batı’nın
hikayesi ayrıca son zamanlardaki Avrupa
sinemasının kendi içindeki Ötekilerin çoğunu şaşırtan bir sınırlama olarak
kaldı.
Avusturyalı film
yapımcısı Michael Haneke’nin Happy End’in de (Mutlu Son) (2017) Calais
kentindeki mülteciler ekranda görünür kısa bir süre, Batı’nın ayrıcalığının ve
iki yüzlülüğünün rahatsız edici anımsatıcıları olarak fakat asla isimleri
verilmez; araçtan biraz daha fazlasıdır onlar, Albert Camus’ün Yabancı’daki
(Stranger) isimsiz Arabı gibi daha çok. Dardenne Kardeşlerin The Unknown Girl
(Meçhul Kız) (2016) dram filminde, Belçikalı genç doktorun Afrikalı genç
fahişenin ölümüyle yüz yüze gelmesi vicdan deneyimi krizini başlatıyor. Bir kere daha, Afrikalı, Müslüman
figür; eylemsiz bir kurban, üzüntü veya aşağılamanın nesnesi olarak edilgendir.
Bu kuralın göze çarpan istisnası Aki Kaurismaki’nin 2017’deki
sıra dışı filmi The Other Side of Hope’da (Umudun Öteki Yüzü); Finlandiya’da
kaçak yaşam süren Suriyeli genç mülteci Khaled’in yetkililer tarafından yakalanmasını
engellemek için bir grup Finlinin hayırseverlikle değil dayanışmasıyla yardımı
anlatılmaktadır. Aynı zamanda Khaled neo-faşist çete tarafından takip
edilmektedir. Khaled, eşitlik koşulları şartıyla Finli arkadaşlarının yardımını
kabul eder ve Avrupa’nın yeni eski dünyasında aklıyla hem kendi hem de kız
kardeşine hayat kurmak için mücadele ederek kendi hikayesinin kahramanı olmaya
karar verir. Kaurismaki, kahramanını Haneke’nin başlığının alay ettiği “mutlu
sonla” ödüllendirmek için gereğinden fazla dürüst bir film yapımcısı fakat
Haneke’nin tersine kendisini Avrupa’nın Müslüman Öteki’lerinin bakış açısıyla
hizalamakta ve bir an için Oryantalizmin ötesindeki dünyanın neye benzediğine
göz atmamızı sağlıyor.
Said’in Oryantalizmi konu hakkında ne son sözdü ne de olması
amaçlanmıştı. Angela Merkel’in bir milyon Suriyeli mülteciyi yeniden
yerleştirme kararı ve Putin’in Esad rejimi ile ittifakı Said’in Alman ve Rus
Oryantalimi hakkında bir şey söylememesinin yetersizliğinin altını çizmesi-
daha inandırıcı eleştirilerden biri olarak ortaya çıktı zamanında. Fakat Said “bilginin baştan çıkarıcı soysuzlaşmasına”
karşı uyarısı -aksi takdirde- cezalandırma gücünü başka türlü devam ettirir. Son
haftalarda Trump yönetiminin İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı askeri tehdit ve
mali gözdağı kampanyasına hız vermesiyle “iktidar söylemlerinin… hepsi çok
kolay yapılır, uygulanır ve korunur”
sözü bize hatırlatılır. John Bolton’un Tahran ile savaşma iştahı Trump
da olmamasına rağmen Twitter’da İran’a “son verme” tehdidinde bulundu. Birleşik Devletler Arap-Müslüman dünyasını
farklı insan toplumlarının karmaşık yapısı olarak görmeyip sadece İranlı
mollalar ve Arap diktatörler, Filistinli teröristler ve DAEŞ cihatçılar
tarafından yönetilenlerle “kötü mahalle” olarak gördükçe savaş baştan çıkarmayı
sürdürecek.
Said’in savunduğu gibi, Oryantalizmin başarısızlığı
“entelektüel olduğu kadar insan; kendisine yabancı olduğunu düşündüğü dünyanın
bir bölgesine indirgenemez karşıtlık konumunu almak zorunda olduğu için,
Oryantalizm insan deneyimiyle işbirliği yapmadaki ve onu insan deneyimi olarak
görmedeki başarısızlığı” nedeniyle başarısız oldu. Eğer “teröre karşı küresel
savaşla” geçen on yedi yıldan daha fazla zaman bize bir şey öğrettiyse,
barbarlığı giden yolun bu başarısızlıkla başladığıdır.
* (Ç.N.) Ivy League, Birleşik Devletlerin en saygın
üniversitelerinden Harvard, Yale, Princeton, Cornell, Columbia, Brown,
Dartmouth ve Pennsylvania’nın oluşturduğu birlik
** (Ç.N.) The Atlantic haber, politika, kültür,
teknoloji dergisi
*** (Ç.N.) Bat Ye’or; Eurabia (Avrupa-Arap Ekseni)
kitabının yazarı Gisele Litmann’ın
İbranice Nil’in kızı anlamına gelen mahlası
**** (Ç.N.) Steve Bannon, Trump’ın eski
başstratejisti
***** (Ç.N.) Clash : Çatışma
****** (Ç.N.) Collision : Çarpışma
* Beyrut
Saint Joseph Üniversitesi Siyaset Bilimi Enstitüsünden Karim Emile Bitar ve
Konrad Adenauer Stiftung’dan Gregor Jaecke’nin
organize ettiği konferansta “Medya ve Kültürel Temsiller: İslam’ı Örtme
ve Teröre Karşı Küresel Savaş” panelindeki konuşmadan uyarlanmıştır.
** Köşe yazısı, The New York Review of Books
dergisinin 20 Mayıs 2019 tarihli çevrim içi yayınından alınarak çevrildi.
Özgün metni okumak için:
Kitabı
okumak için:
Edward
Said, Oryantalizm
Yorumlar
Yorum Gönder