Bir Soru : Sosyal Medya Bölen Bir Güç Haline Mi Geldi? III Panos Kompatsiaris- Eugenia Siapera- Eran Fisher- Dal Yong Jin- Tanja Bosch.

Bir Soru, sorulan tek soruya önde gelen düşünürlerin verdikleri kısa cevapların yayınlandığı düzenli bir dizidir.


Bu ayın sorusu  : Sosyal medya, bölen bir güç haline mi geldi?

Cevap verenler          : Paolo Gerbaudo, Christian Fuchs, Lizzie O’Shea, Geert Lovink, Eva Anduiza, Joss Hands, Zizi Papacharissi, Alfie Bown, Panos Kompatsiaris, Eugenia Siapera, Eran Fisher, Dal Yong Jin, Tanja Bosch.

Panos Komatsiaris

Moskova Ulusal Araştırmalar Üniversitesi İktisat Yüksek Okulu Medya ve Sanat bölümünde Yardımcı Doçent. İlk monografisi olan Çağdaş Sanat Bienallerinin Politikası: Eleştiri, Sanat ve Kuramın Görünüşü’nde (The Politics of Contemporary Art Biennials: Spectacles of Critique, Art and Theory; Routledge, 2017) neoliberalizm ve onun krizleri bağlamında sanat bienallerinin politikasını inceledi. Bugünlerde Kültürel Ekonomi Dergisi (Journal of Cultural Economy) için; sanat ve değer üzerine özel bir sayının ve yaratıcılık sosyolojisi üzerine bir bölümünün yardımcı editörlüğünü yapmakta. 

Liberal demokrasilerde kültürel ve medya politikaları etrafındaki soruların büyük kısmı hoşgörüsüzlük ve nefret söyleminden toplumları korumak için sosyal medyanın yasal düzenlemesi sorununu yansıtmaktadır. En köktenci liberal (ve özgürlükçü/liberteryen) inanca göre herkesin görüşlerini söylemesine izin verilir ve anlaşmazlıklar sivil müzakere (civic deliberation) yoluyla çözülebilir. Bu düşüncenin temelinde sivil toplumun erdemlerinin ve açıklığının, insanlara nefretin  (misanthropic hate) üstesinden gelebileceğine dair inanış yatar. Buna karşın bu görüş sadece naif değil tehlikelidir de. 

Sosyal medya toplumsal antagonizm (uzlaşmaz zıtlık) alanıdır tıpkı kamusallık, görünürlük ve meşruluk mücadelesi yapan politik görüşler ve ideolojilerin diğer forumlarda olduğu gibi. Bugünlerde tecrübe ettiğimiz daha otoriter kapitalizme geçişte, Jacques Rancière ‘duyulurun paylaşımı (distribution of the sensible)’* ismini verdiği şeyin bağlamında alımlanan ve duyulan; sosyal medyanın özellikle aşırı sağcı ideolojiler için kullanışlı ve hatta Neo-Nazilerin bile nefret söylemini yükselttiği ve kendilerini hissettirdikleri bir ortam olduğu görüldü. Yerleşik medya oligopolleri ‘Naziler’ olarak nitelendirilme korkusuyla aşırı sağ’ı açıkça desteklemeye isteksiz (en azından) iken, sosyal medya sosyal tanınma fırsatları sunarak neo-Nazilerin bunun üstesinden gelmesine yardım etmişti. 

Yunanistan gibi Avrupa ülkelerinde, tam olarak sosyal medya manipülasyonlarıyla bariz biçimde Nazi politik oluşumunun nasıl güç kazandığını görüyoruz. Amerika Birleşik Devletlerinde alternatif sağ (aşırı sağ/alt-right) çekinmeden görüntüsünün reklamını yaptı ve ‘kültürel Marksizm’ veya ‘politik doğruluk (political correctness)’ gibi korkuluk kavramlara  (straw man** concept) karşı sözde anti-kurumsal konuşmaları allayıp pullayarak çevrim içi bağlar inşa etti. Milo Yiannopoulos veya Jordan Peterson gibi gerici/aşırı sağcı figürler eşitlik mücadelelerine saldırılarını varsayılan düzene karşı ‘protesto’ olarak maskeleyerek kendi kendine markalaşmak için sosyal medyanın olanaklarını kullanarak açıkça üne kavuştular. Nitekim Trump dönemi; ‘Kaliforniya İdeolojisi’ (bu yeni sağın etrafındaki birçoğu kendilerini liberteryen olarak sunar) tarafından temsil edilen ilerlemeci bir güç olarak 1990’lar boyunca uzun (ve mutlu) ve şimdilerde parçalanmış görünen liberteryenizm miti üzerine baskı uygular.

Politik nefret oluşumlarının yükselişi, belirli enformasyon ve kültürel biçimlerin sansürlenmesi gerektiği gerçeğini ispat etti. Sorun; sadece geniş toplumsal hakları tehdit etmeden veya “sansürleneni” kurban etmeden sansürün nasıl uygulanacağı değil  aynı zamanda hangi politik konumdayken uygulanan sansüre devam edileceğidir de. Liberteryanizm açık bir şekilde sansüre karşı  tavır koyduğundan bu ideoloji içinde sansüre devam etme en sonunda yetersiz kalabilir. Sosyal medyanın gerçek kamusal kontrolünü hayal etme; işçi sınıfının, farklı renkteki kadınların ve cinsel azınlıkların da dahil olduğu toplumumuzun en savunmasız kısımları tarafından bu kurumların özgürleştirici bir bakış açısından (emancipatory perspective) nasıl yönetilebileceğini de hayal etme anlamına gelir.


Eugenia Siapera

Profesör ve Dublin College Üniversitesi Enformasyon ve İletişim Çalışmaları Okulu Başkanı. Araştırmalarının odağında; dijital medya kuruluşları, dijital gazetecilik, dijital ırkçılık ve kadın düşmanlığı konuları bulunmaktadır. En son çıkan kitabı ikinci baskısını yapan Yeni Medyayı Anlama'dır. (Understanding New Media; Sage, 2018). Debbie Ging ile birlikte, Feminst Media Studies dergisinin Çevrim içi Kadın Düşmanlığı (Online Misogyny) özel sayısında ve Çevrim içi Cinsiyet Nefreti (Gender Hate Online; 2019, Palgrave) üzerine bir kitapta yardımcı editörlük yaptı.

Bu soruya ‘medya’ kısmına odaklanarak cevap vermeye başlayacağım: medya bir anlamda hem köprü kurma/buluşturma hem de arada gidip gelmeye aracılık eder. Dolayısıyla aracılanmamış “doğrudan” ilişkiyi yeni unsurla tanıştırır. Bu, sosyal medyanın niteliğine bazı kavrayışlar sunabilir:  Bir taraftan insanları bir araya getirir diğer taraftan ona tam olarak uymayan ilişkilerin içine üçüncü unsuru getirir. 

Sosyal medya hakkındaki tartışmalar, unsurlardan birine veya diğerine yapılan vurguyu yansıtmaya meyillidir. Arap Baharı (Arab Spring) ve İşgal Et (Occupy) gibi örnekler sırasında yani sosyal medya tarihinin erken zamanlarında ilk kısım odak, birliktelik'ti. İnsanlar bir araya getirildi, çevrim içi örgütlendi fakat caddeleri işgal ettiler ve politik değişim getirmeye uğraştılar.  O zamandan itibaren de diğer odağının işlevi, bir ilişkiye ‘yabancı’ unsurların girişidir. Snowden’den Cambridge Analytica’ya ifşalar dizisi sosyal medyanın gözetim ve kontrol enstrümanları olabileceğini; Londra Finsburk Park camisinden Christchurch’a sağcı terörist saldırıları da sosyal medyanın bir yerden diğer yere akan ve caddelere dökülen nefrete ve aşırılığa olanak sağladığını gösterdi.    

Bununla birlikte  aslında değişenin sosyal medya olmadığını belirtmek önemlidir: Facebook, Twitter ve YouTube ilk ortaya çıkışından beri az ya da çok benzer tarzda işlev yaptı. Lakin çeşitli hareketlerde hem çevrim içi hem de sokaklarda açıkça dile getirilen politik değişim,  adalet ve eşitlik taleplerini etkin biçimde yok sayan ve hayal kırıklığı yaratan önemli politik gelişmeler meydana geldi. Bu anlamda, sosyal medya bölücü ve demokrasinin altını oyuyor demek samimiyetsiz görünür. 

Aynı zamanda medyanın bütün biçimlerinde ilişkilere yeni unsurlar getirdiğini kabul etme bu unsurların tanımlanmasını ve eleştirilmesini gerektirir. Sosyal medyanın karşılıklı ilişki kurmaya getirdiği şeyler nelerdir veya başkaca neyi değiştirir? 

Gördüğümüz şeylerin ve bağlantı kuracağımız kimselerin gittikçe daha fazla kişiselleştirilmesi (personalization/kullanılan uygulamanın yaptığı düzenlemeler/değişiklikler) ve özelleştirilmesi (customization/ kullanıcının yaptığı düzenlemeler/değişiklikler)  yoluyla bizi nasıl bireyselleştirdiği burada tartışılabilir. Ayrıca algoritmalar vasıtasıyla göreceğimiz şeyleri belirli yollarla yapılandırırlar ve bunlar kullanıcılardan elde ettikleri verileri reklam verenlere satmaya dayanan kendi iş modelleriyle doğrudan bağlantılıdır. Zaten gücü/iktidarı elinde tutanların imtiyazlarına son veren öncelikle liberal ideolojinin tarihsiz bireyciliği ve ‘meritokrasi***’si içinde daha fazla etki eder.  


Bütün bunlar güncel rahatsızlıklara bir cevap olarak yasal düzenlemelerin sınırlarına işaret eder. Öncelikle; sosyal adalet ve eşitlik politik sorunları çözemez; ikincisi, firmalar kâr amaçlı ticareti durdurmaya zorlayamaz; üçüncüsü, insanları bireyleştirmenin sorunlu biçimlerini yasal olarak düzenleyemez. Bu, yasal düzenlemenin çevrim içinde ortaya çıkan geniş politik konuların belirtilerinin bazılarının üstesinden gelmek için kullanılamayacağı anlamına gelmez. Bunların en baskı yapanları, yaygın ırkçılık ve kadın düşmanı nefret söylemi ile sağcı aşırı gruplara ve ideolojilere sunduğu olanaklar ve kolaylıklardır. Fakat en sonunda sosyal medyanın yol açmadığı sorunların cevabı, ya bu tip şirketleri kamulaştıran veya kâr amacı taşımadan insanlara hizmet sunan yeni bir tür medya inşa etmeyi amaçlayan politik eylem olabilir yalnızca.  


Eran Fisher

İsrail Open University Sosyoloji, Siyasal Bilgiler ve İletişim Bölümünde Doçent. Dijital medya teknolojisi ve toplum arasındaki bağlantıyı çalışmaktadır. Kitapları şunlardır: Dijital Çağda Medya ve Yeni Kapitalizm (Media and New Capitalism in the Digital Age; Palgrave Macmillan, 2010), Tova Benski ile beraber editörlük yaptığı İnternet ve Duygular (Internet and Emotions; Routledge, 2014), Christian Fuchs ile beraber editörlüğünü yaptığı Dijital Çağda Emeği ve Değeri Yeniden Düşünmek (Reconsidering Value and Labour in the Digital Age; Palgrave Macmillan, 2015).

Popüler hesaplar politik bölücülüğü tırmandıran unsur olarak sosyal medyada ifade kutuplaşmasına ve sahte haberlerin kontrolsüz dağılımına odaklanmaktır. Lakin bu aşikar içerik katmanının altında başka bir tane daha yatar, dikkatli olmaya gereksindiğimiz daha az görünür yapısal katman.  Sosyal medya yapısı vasıtasıyla bölen durumundadır. Büyük veriden (big data) bilgi üretme araçlarına sahip olanlar ile bu verileri üretmek için emek verenler olarak toplumu iki sınıfa böler. Bakışı sosyal medyanın içeriğinden (metin) üretilen medya platformlarının altında yatana (teknoloji) çevirmek bu platformların sonuçları ve koşulları olarak bölen/ayırıcı sosyal ilişkileri ortaya çıkarmak için olanak sağlar.

Şu anda bir avuç özel şirketler uçsuz bucaksız veri trafiğinin (metin, iletişim, büyük veri, enformasyon vb.) aktarımını kontrol eder. Economist’e göre; algoritmalar, yapay zeka (artificial intelligence) ve yapay sinir ağları analizleri (nueral network analysis) yoluyla veri, kapitalizmin “yeni petrolü” haline geldi. Daha eleştirel sesler,  ‘büyük veri uçurumu/eşitsizliği (big data divide)’ olarak niteleyerek bu yapısal gruplaşmanın endişe verici sonuçlarına dikkat çektiler. Bu uçurumun üç yönü olduğunun farkına varmalıyız: ekonomik, epistemik (bilişsel) ve demokratik. Hepsi birlikte göz önünde tutulması gereken ciddi bir politik tehlike teşkil eder.

Ekonomik olarak, kapitalizmin eski biçimleriyle birlikte oldukça uyumlu enformasyon kapitalizmi de sermayenin emekten değer elde etmesi (extraction of value-producing labour) üzerine kuruludur. Ne yazık ki kapitalizmin -insan hayatının her alanındaki bilişsel, duygusal, kişilerarası iletişimsel yönlerini içeren- birikim süreci için harekete geçirilen maddi olmayan emek aşamasıdır bu.

Emek güçleri, çoğunlukla ifade etme ve iletişimsel kanallar aracılığıyla gündelik yaşamın olağan parçası olarak kullanıldığından, sosyal medya elde etme (extraction) ve oluşturma (rendering) için mükemmel ‘fabrika’ haline gelir. Ve sadece bir avuç sosyal medya platformu, insan emeğinin bu biçimini metaya dönüştürmek için gerekli veri miktarına (quantities of data) ve hesaplama güçlerine (computational power) erişir.

Sosyal medya bireysel ve kolektif olarak insanları bilmenin yeni yolunu sunar ve yeni epistemolojiyi başlatır. Bireysel, algoritmik epistemolojiye dayandırılan medya platformlarındaki veriler bizim zevklerimizi, isteklerimizi ve endişelerimizi ölçme kabiliyetine sahiptir. Bu, medya platformlarına eşi görülmemiş bireysel bilgiye sahip olma olanağı sağlar. Ve bu aşırı kişiselleştirilmiş medyanın, insanlığın özgürlüğünü sağlayan; düşünme süreçleri, varsayımlar, gerçeğin bilgisi gibi pek çok temel unsura müdahale etmesine de yol açmaktadır.  

Son olarak sosyal medya ideal  olarak ve fiilen çağdaş demokraside en önemli kamusal alan haline geldi. Söylemsel katman üzerindeki eksik ve tarafgir hareketlerine [kutuplaşma (polarisation), filtre balonları (filter buble) ve yankı odalarına (echo chambers)] ek olarak gelişen bir demokrasi için en temel aracın en merkezi, mat ve demokratik olmayan kuruluşlardan biri haline gelmesine de dikkate etmemiz gerek. Liberal ve demokratik olmayan egemenlere ev sahipliği yapan sosyal medyanın sunduğu ölçüde kamusal alana sahibiz. Sosyal medyadaki içeriklere özgürce erişime sahip olabiliyorken kimin, neyin ve nasıl yayınlanıp yayınlanmadığını belirleyen kurallara neredeyse sıfır erişime sahibiz.

Sosyal medyanın ekonomik, epistemik ve demokratik anlamda eşitsizliği ve bölünürlüğü artırması enformasyon özgürlüğü ve insan özgürlüğü arasındaki bağlantıya ilişkin modernliğin en temel politik varsayımlarını sorgulamaya çağırır. 


Dal Yong Jin

Vancouver Simon Fraser Üniversitesi İletişim Fakültesinde Profesör. Kitaplarının bazıları şunlardır: Kore’in Çevrimiçi Oyun İmparatorluğu (Korea’s Online Gaming Empire; MIT, 2010), Dijital Platformlar, Emperyalizm ve Popüler Kültür (Digital Platforms, Imperialism, and Popular Culture; Routledge, 2015), Kore Dalgası: Sosyal Medya Çağında Ulusaşırı Kültürel Gücü (Transnational Cultural Power in the Age of Social Media; University of Illinois, 2016) ve Akıllı Toprak Kore : Mobil İletişim, Kültür ve Toplum (Smartland Korea: Mobile Communication, Culture and Society; 2017, University of Michigan).

Sosyal medya 21. yüzyılın başlarında en önemli güçlerden biri haline geldi. Birleşik Devletlerde geliştirilen Facebook, Twitter ve YouTube’dan, Kore’deki Naver ve Kakao ve Çin’deki QQ ve Baidu’ya kadar sosyal medya esas olarak insanların gündelik etkinliklerine etki etmiştir. 2010 Arap Baharı ve 2011 Wall Street’i İşgal Et dahil olmak üzere bir çok sosyo-politik hareketlerde tecrübe edildiği üzere özellikle sosyal medyanın demokratikleşme ve kitlesel organizasyonu kolaylaştırma potansiyeli kanıtlandı. Birkaç sivil hareket grupları ve hükümet karşıtı protestocular miting, protesto ve toplantı örgütlenmelerinde özelikle Twitter ve Facebook gibi çeşitli sosyal medyayı kullanmaktadır. Sosyal medya bu eylemleri küresel düzeyde yurttaşlara yaymak için haber kaynağı gibi de hareket eder. 

Elbette sağcı politikacılar ve büyük şirketler şiddetle sahiplenirler.  2014 Amerikan ara seçimleri sırasında meydana gelen Facebook-Cambridge Analytica skandalının gösterdiği gibi kullanıcı verilerinin kullanıldığı ulusal  ikna kampanyaları  yürütmek amacıyla  Birleşik Devletleri politikacılarıyla bağlantı kuran veri şirketleri  zaman zaman Facebook’un bu avantajını kullanır. Donald Trump’ın da içinde olduğu birçok politikacı Twitter ve Facebook’dan propaganda aracı olarak yararlanmaktadır.

Facebook, Twitter ve Google’ın en önde gelen lobiciler olarak Washington DC’de özellikle çok büyük rolü olması hükümet ile dev sosyal medya şirketleri arasındaki bağın derinleşmesi anlamına gelmektedir. Bu yeni gelişmeler kesinlikle demokrasiye ket vurmakta ve aşırı sağcı söylemleri teşvik etmeye yardımcı olmaktadır. Bu yüzden sosyal medya çağdaş toplumumuzda iki ucu keskin bıçak gibi gibidir.

Son dönemlerde kimlik hırsızlığı, sahte haber skandalları ve kullanıcı verileriyle platformların metalaşması gibi bir çok sorun nedeniyle sosyal medya itici gücünü yavaş yavaş kaybetti. Örneğin; pek çok Facebook kullanıcısı güvenlik konularında endişeli ve bazıları Facebook kullanmayı bıraktı. Sonuçta, sosyal medyanın insan yaşamı üzerindeki nüfuzu ve etkisi azalmaktadır. Bu yakın gelecekte sosyal medyanın yok olacağı anlamına gelmez çünkü birçok yeni biçimleri ortaya çıkmaya devam etmektedir.

Bu koşullar altında sosyal medyayı olumsuz etkileyen iki ivedi konunun çözülmesi hayatidir. Diğer taraftan güvenlik önlemleri geliştirmek kritiktir. Misal; birçok hırsızlık olayından sonra bile sosyal medya, insanların kimliklerini tamamen korumayı başaramadı. Sahte haber, kamu kurumları tarafından yasal olarak düzenlenmesi gereken bir diğer güvenlik sorunudur. Bunun yanı sıra sosyal medya, kullanıcılarla birlikte bir kazan-kazan stratejisi geliştirmelidir. Ücretsiz emek gücü olarak etkin işlevi olan Facebook kullanıcıları platformda çok fazla zaman ve enerji harcamaktır. Harcanan bu zaman karşılığında sosyal medya sahipleri herhangi bir ödeme yapmamalarına karşın burs fırsatları ve sosyal katılım gibi toplumu zenginleştirmek için faaliyetlere biraz para harcamalıdırlar. Dünyadaki en büyük enformasyon teknolojisi şirketlerinin bazıları, kârlarının bir kısmını topluma geri verme yollarını düşünmeleri gerekmektedir.


Tanja Bosh

Cape Town Üniversitesi Film ve Medya Çalışmaları Merkezi Medya Çalışmaları ve Prodüksiyon Doçenti. Araştırma ve Lisanüstü İlişkiler’de Dekan Yardımcısı. İlk kitabı olan Radyo ve Televizyon Yayıncılığı Demokrasisi: Güney Afrika’da Radyo ve Kimlik (Broadcasting Democracy: Radio and Identity in South Africa) 2017’de HSRC Press tarafından yayımlandı. Halen Routledge’den 2020’de çıkacak olan Güney Afrika’da Sosyal Medya ve Gündelik Hayat  (Social Media and Everyday Life in South Africa) adlı ikinci monografisi üzerinde çalışmaktadır.

Sosyal ağ siteleri modern gündelik hayatın nüfuz edici önemli bir özelliği haline geldi. İnsanlar sosyal medya aracılığıyla kendi kimliklerini gösterme amacıyla gündelik deneyimlerini belgeleyerek, arşivleyerek kendi kendilerini temsil etmek için gittikçe artan bir şekilde konum-tabanlı teknolojileri kullanmaktadır.  Haber kaynağı olarak sıklıkla sosyal medyaya güveniyor insanlar. Dolayısıyla ana akım kitle medyası için gündem belirme rolünü oynar genellikle.  Diğer taraftan sosyal medya sanal kamusal alan yaratarak ve coğrafi ve politik açıdan birbirinden farklı insanların diyalog kurmasını sağlayarak politik tartışmalarının demokratikleşmesinde anahtar rolü de oynar. Çevrim dışı olanakların ve platformların yokluğunda Facebook ve Twitter gibi sosyal ağ siteleri politika hakkında konuşmak için insanlara bir uzam yaratmakta ve tartışmalı ve çekişmeli konularda kamuoyunu biçimlendirme potansiyeli bulunmaktadır.

Twitter’ın özellikle platformun olanakları sayesinde ağ tabanlı eylem topluluğu yaratma potansiyelinin altı çizilmelidir. Etiket (hashtag) kullanımı etiket (hashtag) aktivizmi olarak tanımlanan şeye veya etiket (hashtag) vasıtasıyla örgütlenen özel amaçlı kamuların oluşumuna olanak sağlamaktadır. Örneğin; 2015-2017 yılları arasında Güney Afrika’da öğrenciler #HarçlarDüşürülmeli (#FeesMustFall) etiketiyle protesto yaptılar. Arap Baharı; sosyal medyayı politik eylemler için kilit bir araç olarak gündeme getiren bu tür ağ tabanlı direnişin ilk örneği oldu.

Buna karşın, çoğunlukla sosyal medya vasıtasıyla yayılan sahte haberlerin artışı ve nihayetinde yanlış enformasyonu (misinformation)  yaymak için robotların (bots) kullanılması sosyal medyanın potansiyel bölücü güç (divisive force) olduğu ve kutuplaşma süreçleriyle belirli konumlara imtiyaz sağladığı iddialarına neden oldu. Alt-sağ (alt-right/alternatif sağ) Twitter topluluklarının büyümesi ve çevrim içi aşırı uçtaki kişiler (extremist) ile nefret söylemi bu iddiayı desteklemede sıklıkla bahsedilen örnekler oldu. Bir de, tekno iyimserlerce (techo optimist) internetin bütün seslere (herkese) olanak sağlama potansiyeli sık sık işaret edilirken asıl tehlike ise herkesin konuşması fakat hiç kimsenin dinlememesidir.

Başka bir tehlike türdeş ağlar (homegenous network) içerisinde dolanmasına yol açan yankı odaları (echo chambers) yaratma potansiyelidir. Facebook’un, politik olarak aynı fikirde olmayan veya tutucu veya muhafazakar görüş sergilediği alımlanan kişileri “arkadaş olmayan” olarak işaretlemesi enformasyon deposunun devamı için izlenen bir stratejidir. Üstelik, onaylama ön yargısı (confirmation bias) veya insanların var olan görüşlerini doğrulama ve kendi inançlarına ters düşen çevrim içi içerikleri yok sayma amacıyla enformasyon araması da sorun olarak önümüzde durmaktadır.  

Sosyal medyanın nötr/tarafsız olmadığını hatırlamamız ve Facebook, Google, YouTube, Instagram, WhatsApp vb. platformlar üzerinde enformasyonun üretimi, dağıtımı ve kullanımını idare eden güç ilişkilerin geniş bağlamı içinde kapsamlı düşünmemiz gereklidir. Algoritmik ön yargı,  sosyal medya sitelerindeki mevcut enformasyonların hepsini devamlı görmeye engel olur.

Gerçek demokratik diyalog yaratmak için sosyal medyanın sağlıklı tartışmalar için kullanılması gerekmektedir. Yani evet, -pek çok diğer uzamlar gibi- sosyal medya potansiyel olarak bölücü olabilir. Fakat konuşma daima ilerlemeci veya kapsayıcı olmasa bile politik tartışma için çevrim dışı platformlarının yokluğunda sosyal medya, görüşme uzamı (conversation space) olarak kilit rol oynama potansiyeline sahiptir hâlâ.


* (Ç.N.) Ranciere, toplumsal düzende rollerin belirlendiğini ve dağıtıldığını kendi kendimizi de bu rollerle algıladığımızı ve duyduğumuzu söyler. Yani;  duyulurun paylaşımıyla da (distribution of the sensible) neyin görünür olup olmadığı, söylenebilir olup olmadığı da belirlenir, dolayısıyla biz de aslında bizim için belirlenen çerçevede şeyleri görür ve söyleriz.

** (Ç.N.) Straw man (korkuluk) ya da tepkisel indirgemecilik, diğer tarafın görüşünü çarpıtarak karşılık verme

*** (Ç.N.) Meritokrasi, kişilerin yeteneğine, bireysel üstünlüğüne dayanan yönetim biçimi

* Yazı, State of Nature’ın 11 Nisan 2019 tarihli çevrim içi yayınından alınarak çevrildi.

Özgün metin için:

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

A’dan Z’ye Roland Barthes’in Mitoloji Teorisi : Mitlerin Eleştirel Teorisi - Andrew Robinson

Eleştirel Söylem Analizi: Sosyal Medyada Kuramlara Doğru-I - Connie S. Albert, A.F. Salam

Denizci Şarkıları (Sea Shanties) - Shamser Mambra